

Biyosanat, "Bilimin yöntemlerini kullanarak yapılan sanat üretimi alanı"..
Biyosanatçı, Esin Aykanat Avcı..
Bir gün insanlar için organ üretilmesi amacıyla geliştirilen bilimsel proje kapsamında yayınlanan bir makaleye (“Crossing kingdoms: Using decellularized plants as perfusable tissue engineering scaffolds”) denk gelmiş ve bu makalede yazanlardan çok etkilenmiş. Bambaşka bir maceranın içine girmiş ve iş en nihayetinde bilimadamlarıyla laboratuvarda deney yapma noktasına kadar gitmiş.
Uzun bir süre bu projenin üzerinde çalıştıktan sonra bu konunun, yani bitki yapraklarının insan için yeni bir beden olarak konumlandırılması konusunun, ikinci kişisel sergisinin konusu olması gerektiğinden emin olmuş.
"Yaşama İhtimali" adını taşıyan Simbart Projects Galeri'deki sergisinde işte bu nedenle ölümle yaşam arasında donup kalmış yapraklar ve de bitki parçaları var.
Aşağıda okuyacağınız söyleşimiz sonrası sevgili Esin, benim gözümde sanki günümüzden 100 yıl sonraki bir dünyadan bugüne, doğa ve insan ilişkisine dikkati çekmek üzere görevli olarak gelmiş biri gibiydi.
Biyosanatçı Esin Aykanat Avcı ile "Yaşama İhtimali" Sergisi'ne ilham veren makaleyi, bu ilginç yöntemi ve de bu yöntemin bir gün gerçekten işe yarayıp yaramayacağını konuştuğumuz söyleşimiz..
1) Sergi metninde yaprakların insanlarınkine benzer olan damar yapısından yararlanarak organ üretmek üzerine yapılan bilimsel bir araştırmanın yönteminden bahsediliyor. Hatta sanırım bu yöntem ıspanak yaprağının insan kalbinin damar yapısına benzerliği üzerine geliştirilen bir bilimsel araştırmadan ilham almış. Nedir bu yöntem, senden dinleyebilir miyiz?
Organ nakli dünyada henüz tam çözülememiş büyük sağlık sorunlarından biri. İnsandan insana yapılanın dışında doğal bir nakil yöntemi de yok bildiğim kadarıyla. Bunun dışında geliştirilen teknoloji harikası yöntemlerin hiçbirini vücudun kabul edip etmeyeceği denemeden bilinemiyor. Bu ortamda, araştırmanın en önemli kısmı aslında, çağımızda bir bilim insanının, köklerimize, bizimle ilgili tüm soruların cevaplarının saklı olduğu doğaya tekrar dönüp bakmaya karar vermesi ve her gün gördüğümüz yaprakların damar yapısının bizimkine çok yakın olduğunu fark edip bunu kullanmak gibi nahif bir düşünceyi hayata geçirebilmesi diye düşünüyorum. Bu noktada, yaprak bünyeleri özel bir solüsyon içerisinde bekletilerek canlı hücreler ve klorofil uzaklaştırılıyor. Geriye selüloz deri ve damar yapısı bozulmadan kalıyor. Bu şeffaf iskelet, insandan doku nakliyle insan vücudunda çalışacak bir organa dönüştürülmeye çalışılıyor. Kişinin kendi dokusundan üretildiği için de organın vücut tarafından reddedilme olasılığı neredeyse sıfırlanmış ve aslında teknoloji çağında böyle ciddi bir sağlık sorununun çözümü de doğadan, köklerimizden gelmiş oluyor.
2) Sergide ‘Uyanmayı Bekleyenler’ ve ‘Anda Sabit Yaşam’ adını taşıyan iki seri yer alıyor. Bu seriler ile ilgili olarak sergi metninde bitkilerin koordinatlarının ve türlerinin de kaydedilmesi, biyolojik arşiv oluşturulması, kriyojenik uyku ve geçmişten geleceğe aktarım gibi bilgiler de yer alıyor. Genelde bilim kurgu filmlerinde izlediğimiz kriyojenik uyku ve geçmişten geleceğe aktarım, (bir nevi dondurulurak uyumak ve de gelecekte uyanmak) bu konu bitkilerde nasıl geçerli olabiliyor?
Hücresizleştirme sürecinden geçirdiğim tüm bitkilerin tür ve koordinatlarını kaydederek, aslında iklim değişikliği veya insan müdahalesiyle gelecekte bugün bulundukları noktada yetişmedikleri bir zaman için onlardan bir parça bırakmayı amaçlıyorum. Sanat eserine dönüşmeleri de, onlara dokunulmazlık ve farklı bir değer kazandırıyor. Böylece, bizimle aynı anda yer yüzünde yaşamakta olan, çevremde radarıma takılan bu bitkilerin örnekleri, gelecekte bir zamanda tekrar bir laboratuvar ortamında incelenmeleri ve hatta canlı doku nakliyle farklı bir formda yaşama döndürülebilmeleri için hazır olacak. Kriyojenik uykuda olarak bahsedilmesinin sebebi de, bu zamanda donmuş halleri ve her an hayata geri dönme ihtimalleri. “Uyanmayı Bekleyenler” serisinde yer alan eserler, cam, metal düzenekler gibi daha korunaklı formların içerisinde sergileniyor. Aslında bir nevi kapsül gibi düşünülebilir. “Anda Sabit Yaşam” ismi, benim “Still Life” ifadesine karşılık olarak bu seri özelinde yaptığım bir çeviri. Bu serideki eserler ise, korunaklı bir düzenek olmaksızın, bitkilerin doğada bulundukları haline yakın yerleştirmeler olarak, zamanın bir noktasında sabitlenip/donup kalmış halleriyle sergileniyor ve onlara temas etmek mümkün.
3) "Yaşama ihtimali" gerçekten oldukça ilginç bir sergi. Bu serginin sanat ve bilimi bir araya getirerek çağdaş meseleleri ele aldığını okuyunca hikayesini bu yüzden doğrudan senden dinlemek istedim. Biyosanat olarak da tanımlanıyor bu alan. Sergide öne çıkan konulardan ve de bazı serilerden biraz bahsettik ama bu sergi nasıl doğdu, ne anlatıyor tam olarak henüz senden dinlemedik. Nasıl anlatırsın hikayesini bize?
15 yıldır süren sanat üretimimin temelinde hep doğa ve insan etkileşimi ve çağın bizi çektiği yaşam tarzı içerisinde doğayla fiziksel olarak tekrar bir olabilme ihtimalini sorgulamak var. Sanat eğitimim seramik üzerine, fakat ben hep malzemenin vardığı noktayla değil de özüyle ve doğal yolculuğuyla ilgilendim. Kilin fırında taşlaşmadan önce çeşitli ortamlarda çevresiyle etkileşime girip bir olarak nasıl değişip dönüştüğünü deneyimlememi sağlayacak süreçler ürettim. Bu, aslında malzeme üzerinden bir nevi yaşarken doğaya karışma simülasyonuydu benim için. 2019’da açtığım ilk kişisel sergim, “Su: 2. Süreç” de, malzemenin bir ay süresince değişimini gösteren, yaşayan ve sonunda ölen geçici bir yerleştirmeydi. Bu süreçleri üretmeye devam ederken, ilk soruda açıkladığım bilimsel araştırmaya denk geldim. Bir bitkinin insan vücudunda işlevsel bir parça olması önermesi, doğayla fiziksel olarak bir olabilmenin aslında bir ihtimal değil, süregelen bir gerçek olduğunu, ama insan ırkının kendini doğadan ayrı tutan kibrinin bunu ona unutturduğunu hatırlattı. Çalışma sürecim simülasyonlardan çıkıp somut bir yöntemi araştırmaya evrildi. Bu noktada bilim insanlarının yardımıyla laboratuvar çalışmaları sonucu bitkiler üzerinde hücresizleştirme yöntemini uygulamaya ve bu yolla oluşan bitki arşivi üzerinden sanat eserleri üretmeye başladım. Bu deneyimin en çarpıcı yönü, benim için yaşam ve ölüm arasındaki sınırı bulanıklaştırması ve kalan tüm ihtimalleri sorgulatmaya başlaması oldu. Sergi de bu sorulara verdiğim kesin olmayan cevaplar etrafında şekillendi.
4) Bu sergi, "Yaşama İhtimali" ne kadar süredir üzerinde çalıştığın bir sergi peki?
Aslında yöntemler ve sonuçlar değişse de sanat üretimimin başından beri hep aynı konu üzerinde ilerlediğim için 15 yıllık bir birikim sonucu ortaya çıkan bir sergi. Teknik olaraksa bu bilimsel yöntem üzerinde 2018 yılından beri çalışıyorum. Bu süreç, Hacettepe Üniversitesi ve Sabancı Üniversitesi laboratuvarlarındaki profesyonel araştırmaları ve benim atölyede yaptığım kişisel deneyleri kapsıyor. Sanat alanında bu şekilde denenmemiş bir yöntem ve malzeme olduğu için yıllar içerisinde hangi bitkilerin nasıl davranacağını deneyimleyip görmek, onların bir deney arşivini oluşturmak önemliydi ve tabii uzun zaman aldı.
5) Burak Mert Çiloğlugil'in sergi üzerine yazmış olduğu yazısında senin için şöyle bir soru yer alıyor. "İnsanlık, işlevini yitirmeye yüz tutan sistemler aracılığıyla varoluşunu yeniden sorgulamak ve bugünün acil meselelerine çözüm bulmak için bir dönüm noktasında. Peki, bir sanatçı, bir zamanlar işlevsel olan ancak artık işlevini yitirmeye yüz tutan sistemler arasındaki bağlantıları nasıl serimleyebilir?" Bize bu soruyu nasıl yanıtlarsın?
Bu soruyu kendi yöntemlerim üzerinden cevaplayabilirim. Ben bunu arşivleme yöntemini kullanarak bir beden ve doğa temsili üzerinden yapıyorum. Bilimsel bir yöntemi takip ederek başlayan bu çalışmaya son zamanlarda, yaprak damarlarının izini süren çizimlerimle ben de katıldım. Maddesel olmasa da aslında bu süreçte kendimizi ayrı konumlandırdığımız doğayla aramdaki sınırları erittiğimi ve sembolik olarak bu bilimsel nakil sürecini gerçekleştirdiğimi düşünüyorum. Bir bitkinin öldüğü anda donması ve bu haliyle bozulmadan muhafaza edilmesi ile oluşan, şimdilik işlevini yitirmiş ağlar, benim onlarla kurduğum iletişim, etkileşim ve zaman zaman onlara katılmamı sağlayan müdahalelerle yeni bağlantı ihtimallerine dönüşüyor. Belki de tam da bu çözülme anı, yeniden inşa için bir başlangıçtır.
6) İnsanların hikayesini bilmediklerinde sergideki işleri plastik sananlar olduğunu söyledin. Bunun gibi başka ilginç geri dönüşler mutlaka oluyordur.. Mesela sergiye gelmeden önce yalnızca sosyal medyadan gördükleri işler ile gelip sergi alanında canlı canlı gördükleri işler arasındaki farklılığı nasıl anlatıyorlar, ilginç yorumlara denk geliyor musun?
Sergiye girdiğinizde, beyazın hakim olduğu bir alanda, bazıları buluntu dallar üzerine monte edilmiş, bazıları cam veya metal düzenekler, çerçeveler içerisinde muhafaza edilmiş farklı türlerde, çok sayıda şeffaf yaprakla karşılaşıyorsunuz. Tabii ki bu, her gün karşılaştığımız bir doğal malzeme için aşina olduğumuz, gerçek olmasını beklediğimiz bir görünüm değil. O yüzden genellikle projenin çıkış noktasını bilmeyenler, bitkilerin yapay olduğunu düşünerek hangi malzemeden üretildiğini soruyorlar. Gerçek olduklarını öğrendiklerinde de daha yakından bakıp incelemeye başlıyorlar. Sergide aslında beyaz ve transparan görünümün hakim olmasıyla ve gizlediğim ince ayrıntılarla hedeflediğim de bu, yani izleyicinin çalışmaları yakından inceleme ve onlarla yakından iletişim kurma ihtiyacı duymasını sağlamak. Hikayesini öğrendikten sonra da çalışmaların zamanda donmuş olduğunu, kristallere ve mücevherlere benzediğini söyleyenler çok oluyor. Bir de kendini Dr. Frankenstein gibi hissediyor musun diye soran çok oluyor ve bu beni her defasında gülümsetiyor.
7) Basın bülteninde harika bir tespitin var, o da şu;
"Hız ve teknoloji çağının ortasında her şeye yetişmeye çalışırken yavaşlayıp, bitkilerin nahif, sakin ama hareketli mizacıyla ve özüyle olan bağımızı, benzerliğimizi, aynı yerden kaynaklanan köklerimizi yeniden fark etmenin ve hissetmenin, hatta doğayla tekrar fiziksel olarak bir olabilmenin hala mümkün olup olmadığı sorusuna alan açıyor."
Bu kulağa harikulade geliyor, sence gerçekten bunun olabilmesi mümkün mü? Dünyamızı bu geldiği noktadan çevirebilmek gerçekten mümkün mü?
Bu bilimsel çalışmayla karşılaşana kadar bunun mümkün olmadığını düşünüyordum. Araştırma sürecinde, yok olmaları kaygısıyla bazı parçalarını dondurduğum sonra da en ince damarlarına kadar neredeyse ezberlediğim bu bitkiler aracılığıyla, parçası olduğum doğaya, köklerime, özüme biraz daha yaklaştığımı hissediyorum. Ben samimi adımlar attıkça, çevremdeki yaşam da sayfa sayfa açılarak bana adım attı ve önüme kadim hikayeler sermeye başladı. Örneğin; sergideki “Ben Biterim O Başlar, O Biterse Ben Başlarım” isimli çalışmada tesadüfen İstanbul’da bulduğum Akanthus (Ayı Pençesi) yaprağını işliyorum. Ben bu yaprağı hücresizleştirdikten sonra uzun süre atölyede bekledi. Bu arada bitkinin bahçesinde bulunduğu bina kentsel dönüşüme girdi ve asıl bitki yok oldu. Ondan geriye sadece elimdeki bu yaprak kaldı. Bu durumdan etkilenerek, yaprağı bir buzlu cam üzerine yatırıp sanki bitkiyi yaşatma çabasıyla etrafından kalemle damarlarının izini sürerek çizmeye başladım. Böylece 3-4 ayımı alacak bir iş başladı. Çalışmanın bahar başında bitmesine yakın, tesadüfen okuduğum bir metinden, bu yaprağın aslında Korinth tarzı antik Yunan sütunlarında süsleme olarak kullanılan ve kalıcı yaşam anlamı taşıyan bir Akdeniz bitkisi olduğunu öğrendim. Sonra da, bir genç kızın mezarının üzerinde yine bahar mevsiminde büyüyerek onun yaşam döngüsünün bir sembolü olduğunu anlatan mitolojik bir hikayesi olduğu ortaya çıktı. Yani, biz doğayla zaten biriz. Yeter ki yüzümüzü ona dönmeyi, onda kendimizi, kendimizde onu görmeyi, bize yaşattığı ve anlattığı benzer hikayeleri hatırlayalım. Nasıl kulaktan kulağa birbirimize bunu unutturmuşsak, şimdi de kulaktan kulağa hatırlatıp dünyamızı bu geldiği noktadan çevirebiliriz belki, kim bilir?
Esin Aykanat Avcı’nın “Yaşama İhtimali” isimli sergisi 5 Temmuz'a kadar Simbarts Projects Çağdaş Sanat Galerisi'nde ziyaret edilebilir.
** Esin Aykanat Avcı (d.1986, Ankara) 2009 yılında Hacettepe Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Mezuniyetinden sonra Fransa'da Avrupa Gönüllü Hizmeti Programı kapsamında katılmış olduğu üç aylık bir çalışma kampında bir seramik atölyesinde çalıştı. 2010 yılında Türkiye'ye dönüşünü takiben Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü Yüksek Lisans Programı'na Kabul edildi. Tez araştırmasını Erasmus Bursu ile UWIC Cardiff School of Art and Design, Galler'de tamamlayarak 2013 yılında mezun oldu ve 2014 yılında Hacettepe Üniversitesi Seramik Bölümü Sanatta Yeterlik Programı'na başladı. 2017 -2018 Akademik Yılı boyunca Fulbright Doktora Tezi Araştırma Bursu kapsamında heykel sanatçısı Yrd. Doç. David Meyer danışmanlığında, Newark, Delaware, Amerika'da tez çalışmalarını yürüttü. 2021 yılında Sanatta Yeterlik derecesini aldı. 2020 yılından beri İstanbul'daki atölyesinde çalışmalarını sürdürmektedir.
Biyosanat, "Bilimin yöntemlerini kullanarak yapılan sanat üretimi alanı"..
Biyosanatçı, Esin Aykanat Avcı..
Bir gün insanlar için organ üretilmesi amacıyla geliştirilen bilimsel proje kapsamında yayınlanan bir makaleye (“Crossing kingdoms: Using decellularized plants as perfusable tissue engineering scaffolds”) denk gelmiş ve bu makalede yazanlardan çok etkilenmiş. Bambaşka bir maceranın içine girmiş ve iş en nihayetinde bilimadamlarıyla laboratuvarda deney yapma noktasına kadar gitmiş.
Uzun bir süre bu projenin üzerinde çalıştıktan sonra bu konunun, yani bitki yapraklarının insan için yeni bir beden olarak konumlandırılması konusunun, ikinci kişisel sergisinin konusu olması gerektiğinden emin olmuş.
"Yaşama İhtimali" adını taşıyan Simbart Projects Galeri'deki sergisinde işte bu nedenle ölümle yaşam arasında donup kalmış yapraklar ve de bitki parçaları var.
Aşağıda okuyacağınız söyleşimiz sonrası sevgili Esin, benim gözümde sanki günümüzden 100 yıl sonraki bir dünyadan bugüne, doğa ve insan ilişkisine dikkati çekmek üzere görevli olarak gelmiş biri gibiydi.
Biyosanatçı Esin Aykanat Avcı ile "Yaşama İhtimali" Sergisi'ne ilham veren makaleyi, bu ilginç yöntemi ve de bu yöntemin bir gün gerçekten işe yarayıp yaramayacağını konuştuğumuz söyleşimiz..
1) Sergi metninde yaprakların insanlarınkine benzer olan damar yapısından yararlanarak organ üretmek üzerine yapılan bilimsel bir araştırmanın yönteminden bahsediliyor. Hatta sanırım bu yöntem ıspanak yaprağının insan kalbinin damar yapısına benzerliği üzerine geliştirilen bir bilimsel araştırmadan ilham almış. Nedir bu yöntem, senden dinleyebilir miyiz?
Organ nakli dünyada henüz tam çözülememiş büyük sağlık sorunlarından biri. İnsandan insana yapılanın dışında doğal bir nakil yöntemi de yok bildiğim kadarıyla. Bunun dışında geliştirilen teknoloji harikası yöntemlerin hiçbirini vücudun kabul edip etmeyeceği denemeden bilinemiyor. Bu ortamda, araştırmanın en önemli kısmı aslında, çağımızda bir bilim insanının, köklerimize, bizimle ilgili tüm soruların cevaplarının saklı olduğu doğaya tekrar dönüp bakmaya karar vermesi ve her gün gördüğümüz yaprakların damar yapısının bizimkine çok yakın olduğunu fark edip bunu kullanmak gibi nahif bir düşünceyi hayata geçirebilmesi diye düşünüyorum. Bu noktada, yaprak bünyeleri özel bir solüsyon içerisinde bekletilerek canlı hücreler ve klorofil uzaklaştırılıyor. Geriye selüloz deri ve damar yapısı bozulmadan kalıyor. Bu şeffaf iskelet, insandan doku nakliyle insan vücudunda çalışacak bir organa dönüştürülmeye çalışılıyor. Kişinin kendi dokusundan üretildiği için de organın vücut tarafından reddedilme olasılığı neredeyse sıfırlanmış ve aslında teknoloji çağında böyle ciddi bir sağlık sorununun çözümü de doğadan, köklerimizden gelmiş oluyor.
2) Sergide ‘Uyanmayı Bekleyenler’ ve ‘Anda Sabit Yaşam’ adını taşıyan iki seri yer alıyor. Bu seriler ile ilgili olarak sergi metninde bitkilerin koordinatlarının ve türlerinin de kaydedilmesi, biyolojik arşiv oluşturulması, kriyojenik uyku ve geçmişten geleceğe aktarım gibi bilgiler de yer alıyor. Genelde bilim kurgu filmlerinde izlediğimiz kriyojenik uyku ve geçmişten geleceğe aktarım, (bir nevi dondurulurak uyumak ve de gelecekte uyanmak) bu konu bitkilerde nasıl geçerli olabiliyor?
Hücresizleştirme sürecinden geçirdiğim tüm bitkilerin tür ve koordinatlarını kaydederek, aslında iklim değişikliği veya insan müdahalesiyle gelecekte bugün bulundukları noktada yetişmedikleri bir zaman için onlardan bir parça bırakmayı amaçlıyorum. Sanat eserine dönüşmeleri de, onlara dokunulmazlık ve farklı bir değer kazandırıyor. Böylece, bizimle aynı anda yer yüzünde yaşamakta olan, çevremde radarıma takılan bu bitkilerin örnekleri, gelecekte bir zamanda tekrar bir laboratuvar ortamında incelenmeleri ve hatta canlı doku nakliyle farklı bir formda yaşama döndürülebilmeleri için hazır olacak. Kriyojenik uykuda olarak bahsedilmesinin sebebi de, bu zamanda donmuş halleri ve her an hayata geri dönme ihtimalleri. “Uyanmayı Bekleyenler” serisinde yer alan eserler, cam, metal düzenekler gibi daha korunaklı formların içerisinde sergileniyor. Aslında bir nevi kapsül gibi düşünülebilir. “Anda Sabit Yaşam” ismi, benim “Still Life” ifadesine karşılık olarak bu seri özelinde yaptığım bir çeviri. Bu serideki eserler ise, korunaklı bir düzenek olmaksızın, bitkilerin doğada bulundukları haline yakın yerleştirmeler olarak, zamanın bir noktasında sabitlenip/donup kalmış halleriyle sergileniyor ve onlara temas etmek mümkün.
3) "Yaşama ihtimali" gerçekten oldukça ilginç bir sergi. Bu serginin sanat ve bilimi bir araya getirerek çağdaş meseleleri ele aldığını okuyunca hikayesini bu yüzden doğrudan senden dinlemek istedim. Biyosanat olarak da tanımlanıyor bu alan. Sergide öne çıkan konulardan ve de bazı serilerden biraz bahsettik ama bu sergi nasıl doğdu, ne anlatıyor tam olarak henüz senden dinlemedik. Nasıl anlatırsın hikayesini bize?
15 yıldır süren sanat üretimimin temelinde hep doğa ve insan etkileşimi ve çağın bizi çektiği yaşam tarzı içerisinde doğayla fiziksel olarak tekrar bir olabilme ihtimalini sorgulamak var. Sanat eğitimim seramik üzerine, fakat ben hep malzemenin vardığı noktayla değil de özüyle ve doğal yolculuğuyla ilgilendim. Kilin fırında taşlaşmadan önce çeşitli ortamlarda çevresiyle etkileşime girip bir olarak nasıl değişip dönüştüğünü deneyimlememi sağlayacak süreçler ürettim. Bu, aslında malzeme üzerinden bir nevi yaşarken doğaya karışma simülasyonuydu benim için. 2019’da açtığım ilk kişisel sergim, “Su: 2. Süreç” de, malzemenin bir ay süresince değişimini gösteren, yaşayan ve sonunda ölen geçici bir yerleştirmeydi. Bu süreçleri üretmeye devam ederken, ilk soruda açıkladığım bilimsel araştırmaya denk geldim. Bir bitkinin insan vücudunda işlevsel bir parça olması önermesi, doğayla fiziksel olarak bir olabilmenin aslında bir ihtimal değil, süregelen bir gerçek olduğunu, ama insan ırkının kendini doğadan ayrı tutan kibrinin bunu ona unutturduğunu hatırlattı. Çalışma sürecim simülasyonlardan çıkıp somut bir yöntemi araştırmaya evrildi. Bu noktada bilim insanlarının yardımıyla laboratuvar çalışmaları sonucu bitkiler üzerinde hücresizleştirme yöntemini uygulamaya ve bu yolla oluşan bitki arşivi üzerinden sanat eserleri üretmeye başladım. Bu deneyimin en çarpıcı yönü, benim için yaşam ve ölüm arasındaki sınırı bulanıklaştırması ve kalan tüm ihtimalleri sorgulatmaya başlaması oldu. Sergi de bu sorulara verdiğim kesin olmayan cevaplar etrafında şekillendi.
4) Bu sergi, "Yaşama İhtimali" ne kadar süredir üzerinde çalıştığın bir sergi peki?
Aslında yöntemler ve sonuçlar değişse de sanat üretimimin başından beri hep aynı konu üzerinde ilerlediğim için 15 yıllık bir birikim sonucu ortaya çıkan bir sergi. Teknik olaraksa bu bilimsel yöntem üzerinde 2018 yılından beri çalışıyorum. Bu süreç, Hacettepe Üniversitesi ve Sabancı Üniversitesi laboratuvarlarındaki profesyonel araştırmaları ve benim atölyede yaptığım kişisel deneyleri kapsıyor. Sanat alanında bu şekilde denenmemiş bir yöntem ve malzeme olduğu için yıllar içerisinde hangi bitkilerin nasıl davranacağını deneyimleyip görmek, onların bir deney arşivini oluşturmak önemliydi ve tabii uzun zaman aldı.
5) Burak Mert Çiloğlugil'in sergi üzerine yazmış olduğu yazısında senin için şöyle bir soru yer alıyor. "İnsanlık, işlevini yitirmeye yüz tutan sistemler aracılığıyla varoluşunu yeniden sorgulamak ve bugünün acil meselelerine çözüm bulmak için bir dönüm noktasında. Peki, bir sanatçı, bir zamanlar işlevsel olan ancak artık işlevini yitirmeye yüz tutan sistemler arasındaki bağlantıları nasıl serimleyebilir?" Bize bu soruyu nasıl yanıtlarsın?
Bu soruyu kendi yöntemlerim üzerinden cevaplayabilirim. Ben bunu arşivleme yöntemini kullanarak bir beden ve doğa temsili üzerinden yapıyorum. Bilimsel bir yöntemi takip ederek başlayan bu çalışmaya son zamanlarda, yaprak damarlarının izini süren çizimlerimle ben de katıldım. Maddesel olmasa da aslında bu süreçte kendimizi ayrı konumlandırdığımız doğayla aramdaki sınırları erittiğimi ve sembolik olarak bu bilimsel nakil sürecini gerçekleştirdiğimi düşünüyorum. Bir bitkinin öldüğü anda donması ve bu haliyle bozulmadan muhafaza edilmesi ile oluşan, şimdilik işlevini yitirmiş ağlar, benim onlarla kurduğum iletişim, etkileşim ve zaman zaman onlara katılmamı sağlayan müdahalelerle yeni bağlantı ihtimallerine dönüşüyor. Belki de tam da bu çözülme anı, yeniden inşa için bir başlangıçtır.
6) İnsanların hikayesini bilmediklerinde sergideki işleri plastik sananlar olduğunu söyledin. Bunun gibi başka ilginç geri dönüşler mutlaka oluyordur.. Mesela sergiye gelmeden önce yalnızca sosyal medyadan gördükleri işler ile gelip sergi alanında canlı canlı gördükleri işler arasındaki farklılığı nasıl anlatıyorlar, ilginç yorumlara denk geliyor musun?
Sergiye girdiğinizde, beyazın hakim olduğu bir alanda, bazıları buluntu dallar üzerine monte edilmiş, bazıları cam veya metal düzenekler, çerçeveler içerisinde muhafaza edilmiş farklı türlerde, çok sayıda şeffaf yaprakla karşılaşıyorsunuz. Tabii ki bu, her gün karşılaştığımız bir doğal malzeme için aşina olduğumuz, gerçek olmasını beklediğimiz bir görünüm değil. O yüzden genellikle projenin çıkış noktasını bilmeyenler, bitkilerin yapay olduğunu düşünerek hangi malzemeden üretildiğini soruyorlar. Gerçek olduklarını öğrendiklerinde de daha yakından bakıp incelemeye başlıyorlar. Sergide aslında beyaz ve transparan görünümün hakim olmasıyla ve gizlediğim ince ayrıntılarla hedeflediğim de bu, yani izleyicinin çalışmaları yakından inceleme ve onlarla yakından iletişim kurma ihtiyacı duymasını sağlamak. Hikayesini öğrendikten sonra da çalışmaların zamanda donmuş olduğunu, kristallere ve mücevherlere benzediğini söyleyenler çok oluyor. Bir de kendini Dr. Frankenstein gibi hissediyor musun diye soran çok oluyor ve bu beni her defasında gülümsetiyor.
7) Basın bülteninde harika bir tespitin var, o da şu;
"Hız ve teknoloji çağının ortasında her şeye yetişmeye çalışırken yavaşlayıp, bitkilerin nahif, sakin ama hareketli mizacıyla ve özüyle olan bağımızı, benzerliğimizi, aynı yerden kaynaklanan köklerimizi yeniden fark etmenin ve hissetmenin, hatta doğayla tekrar fiziksel olarak bir olabilmenin hala mümkün olup olmadığı sorusuna alan açıyor."
Bu kulağa harikulade geliyor, sence gerçekten bunun olabilmesi mümkün mü? Dünyamızı bu geldiği noktadan çevirebilmek gerçekten mümkün mü?
Bu bilimsel çalışmayla karşılaşana kadar bunun mümkün olmadığını düşünüyordum. Araştırma sürecinde, yok olmaları kaygısıyla bazı parçalarını dondurduğum sonra da en ince damarlarına kadar neredeyse ezberlediğim bu bitkiler aracılığıyla, parçası olduğum doğaya, köklerime, özüme biraz daha yaklaştığımı hissediyorum. Ben samimi adımlar attıkça, çevremdeki yaşam da sayfa sayfa açılarak bana adım attı ve önüme kadim hikayeler sermeye başladı. Örneğin; sergideki “Ben Biterim O Başlar, O Biterse Ben Başlarım” isimli çalışmada tesadüfen İstanbul’da bulduğum Akanthus (Ayı Pençesi) yaprağını işliyorum. Ben bu yaprağı hücresizleştirdikten sonra uzun süre atölyede bekledi. Bu arada bitkinin bahçesinde bulunduğu bina kentsel dönüşüme girdi ve asıl bitki yok oldu. Ondan geriye sadece elimdeki bu yaprak kaldı. Bu durumdan etkilenerek, yaprağı bir buzlu cam üzerine yatırıp sanki bitkiyi yaşatma çabasıyla etrafından kalemle damarlarının izini sürerek çizmeye başladım. Böylece 3-4 ayımı alacak bir iş başladı. Çalışmanın bahar başında bitmesine yakın, tesadüfen okuduğum bir metinden, bu yaprağın aslında Korinth tarzı antik Yunan sütunlarında süsleme olarak kullanılan ve kalıcı yaşam anlamı taşıyan bir Akdeniz bitkisi olduğunu öğrendim. Sonra da, bir genç kızın mezarının üzerinde yine bahar mevsiminde büyüyerek onun yaşam döngüsünün bir sembolü olduğunu anlatan mitolojik bir hikayesi olduğu ortaya çıktı. Yani, biz doğayla zaten biriz. Yeter ki yüzümüzü ona dönmeyi, onda kendimizi, kendimizde onu görmeyi, bize yaşattığı ve anlattığı benzer hikayeleri hatırlayalım. Nasıl kulaktan kulağa birbirimize bunu unutturmuşsak, şimdi de kulaktan kulağa hatırlatıp dünyamızı bu geldiği noktadan çevirebiliriz belki, kim bilir?
Esin Aykanat Avcı’nın “Yaşama İhtimali” isimli sergisi 5 Temmuz'a kadar Simbarts Projects Çağdaş Sanat Galerisi'nde ziyaret edilebilir.
** Esin Aykanat Avcı (d.1986, Ankara) 2009 yılında Hacettepe Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Mezuniyetinden sonra Fransa'da Avrupa Gönüllü Hizmeti Programı kapsamında katılmış olduğu üç aylık bir çalışma kampında bir seramik atölyesinde çalıştı. 2010 yılında Türkiye'ye dönüşünü takiben Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü Yüksek Lisans Programı'na Kabul edildi. Tez araştırmasını Erasmus Bursu ile UWIC Cardiff School of Art and Design, Galler'de tamamlayarak 2013 yılında mezun oldu ve 2014 yılında Hacettepe Üniversitesi Seramik Bölümü Sanatta Yeterlik Programı'na başladı. 2017 -2018 Akademik Yılı boyunca Fulbright Doktora Tezi Araştırma Bursu kapsamında heykel sanatçısı Yrd. Doç. David Meyer danışmanlığında, Newark, Delaware, Amerika'da tez çalışmalarını yürüttü. 2021 yılında Sanatta Yeterlik derecesini aldı. 2020 yılından beri İstanbul'daki atölyesinde çalışmalarını sürdürmektedir.